top of page

İzleksel bütünlük mü, şiirin bütünlüğü mü?

Şöyle garip bir soruyla başlamak istiyorum: Bir ozanın, bir yazarın şiir ya da öykülerinde izleksel bir tutum içinde olması, kendince geliştirdiği bir izlekler bütününü oluşturması olumlu mu olumsuz mudur? Başka türlü dersek, bir sanatçının bilinçli (bir seçme, bir yeğleyiş olarak) ya da bilinçsiz (ayrımında olmadan, rastlantısal, kendiliğinden) olarak bir ya da birkaç izlekte karar kılması, sürekli o izleği geliştirmesi saltık anlamda bir bütünlük müdür? Tersi durumda konu, izlek açısından çeşitlilik içinde yazan, ister dağınıklık densin, ister arayış ya da sürekli yenilenme, bu tutum sanatsal bir başarı, sanatta bir başarı ölçütü sayılmalı mıdır?


Bir yazıya soruyla başlamak her zaman doğru gelmez bana. Bazen bilinçli bir yönlendirme olacağı gibi, kimileyin de gerçekten bir kafa karışıklığından kaynaklanabilir. Benim için bu yazıda ikisi de değil, salt deneme’nin biçemine sığınıyorum.


Yazınsal yapıtta işlenen ana konu ya da bu bağlamda geliştirilen düşünceye izlek denebilir. Belli izlek ya da izleklerle yapıtını izleksel (tematik) olarak yaratan sanatçılar da vardır kuşkusuz. Hatta şimdilerde şiir ve öyküde biraz da özellikle olmazsa olmazlardan biri haline gelmiştir.


Geçen aylarda bir ozanın benim şiirimle ilgili görüşlerini dinledim: Çok fazla şeye değiniyor, çok izlek var; bu anlamda çeşitlilik içinde, ama dağınık!.. Kötü mü bu? Biraz buna değinmek istiyorum bu yazıda. Bende hep olur, böyle bir şey düşünürken bu bağlamda bir yazıya denk gelirim. Bazen yol açıcı olabilir rastlantısal olarak okuduğum bu tür yazılar. Düşündüklerimi yoklama, sınama, bir bakıma sağlamasını yapma biçiminde işe yaradığı gibi, zaten üzerinde düşündüğüm, zamansal olarak çakışan bu tür yazılarla eleştirel olarak ilgilendiğim de olmuştur.


Bir ozanın belli bir yaşta ya da en azından başlangıçtan beri belli bir izleği eksen alarak onu işlemesi, sonraki yıllarında belli bir izleği derinleştirmesi, her kitabında bütünlük adına yalnızca bir izleğin izini sürmesi bana kalırsa bir seçimdir ve saltık olarak olumlanması gerekmez. Çünkü bu durum giderek bir daralma ve kendini yinelemeye de yol açabilir. Ancak bu durum, ozanı kendiliğinden, yaşamsal olandan oraya götürebileceği gibi, bir yeğleme sonucunda da gerçekleşebilir “izlek” seçimi. Yine de bence hiç kimse bunun kesin bir kural, bir olgunluk düzeyi, bir estetik bütünlüğün gerekçesi, zorunlu sonucu olduğunu söyleyemez. Böyle de olsa sonuçta sanatçı birlikte ya da ortak olarak yazdığı insanların peşinden gidiyor kuşkusuz. Çoğu kez sonuna kadar bağımsız değildir.


Belli bir zamandan beri, yine yaklaşık olarak son çeyrek yüzyıla denk düşüyor bu da birçok şeyin böyle tarihlenmesi herhalde bir rastlantı da değildir. Örneğin hemen aklıma Edip Cansever’in Sevda ile Sevgi adlı şiir kitabı geliyor. Bir başlangıç gibi, üstelik ne çok severdim bu kitaptaki şiirleri, sık sık açar okurdum, biri evimden ödünç alıp da üzerine yatıncaya kadar! Ozanlar, şimdilerde öykücüler de kitaplarını, yapıtlarını oluştururken belli bir izlekle işe başlıyorlar sanki. Öyküde biraz daha olanaklı olan bu durumun şiirde çoğu kez bir yapaylığa, bir zorlamaya, parçadan bütünselliğe giderken, öyküde olası kurguların şiirde de kullanılması sonucunda yapıştırma bütünlüklere yol açtığını söylemek abartı olmayacaktır.


Şiir ödüllerindeki seçici kurul üyelerinin bile belli bir izleğe, böylesi bir kitap ya da dosyayı bütünlüklü olarak ele alan, işleyen ürün ya da yapıtlara göre bir değerlendirme yapmaları, ozanların da kitaplara göre içselleştirilmiş ya da “yapılabilir” olarak bu yönde yapıt yaratmalarını dayatıyor gibi geliyor bana. Bu da çoğu farklı zaman ve koşullarda yaratılmış, başka başka yaşantıların yeniden üretimi olan parça parça yaratıların, biricikliğini yitirerek bir yapıt içinde ve kurgusal bir oyun bütünlüğü içinde bir ürün olarak birleştirilmesine itiyor onları. Şiirde bugün bir duraksamadan, bir “gerileme”den söz ediliyorsa, bunu, kendini yineleme olarak niteleyenler de var elbette, nedenleri burada aranamaz mı acaba? Öyküde de roman olamamış, kurgu bütünlüğünden, örgüden yoksun parça anlatıların bu bağlamda bir “birlik”, bir izleksel bütünlük taşıması çoğu kez o öyküyü bağımsız olarak anlamsızlaştırıyor, anlam bütünlüğünden yoksun kılıyor. Kuşkusuz bunu “metinsel bütünlük” adına kutsayanlar da olacaktır. İşte yazının son dönemlerde ideolojiden bağımsızlaştırılarak, salt bir söyleme indirgenmesinin sonuçlarından birisi de bana kalırsa budur. Bu durumda okunabilecek tek bir şiir ya da öykünün de kesik kesik kalmasına ve eksik olmasına yol açıyor.


Abdülkadir Budak, Kıbrıslı ozan “Fikret Demirağ’ın tematik anlamda ve belli bir şiir tekniğinde yoğunlaşmadığı görülür” derken, bunu bir dağınıklık, bir “savrulma” olmaktan çok, “sürekli arayış içinde oluş”una bağlıyor. Bu yüzden de: “Kitaptan kitaba, hatta şiirden şiire farklı duran bir şair.”1 diyor ozan için. Kuşkusuz burada şiirini belli bir zamandan bu yana sürekli geliştiren, artık olgunluk dönemini yaşayan Fikret Demirağ’ın şiiri üzerinde duracak değilim. O başka bir konu, önemli olan Abdülkadir Budak’ın bu durumu; “bıçak sırtı bir yer” olarak nitelemesidir: “Arayışların sıklığı, biçimsel denemelerin yoğunluğu bir şiiri zenginliğe götürdüğü gibi belirsizliğe de götürür kuşkusuz.”2 Belli bir izlekte tıkanıp kalmak yerine, bir ozanın kendi alanını çeşitliliklerle varsıllaştırarak yeni açılımlara kulaç atmasını ben kendi açımdan olumlu görüyorum. Zaten Abdülkadir Budak da şöyle diyor: “Şiirin doğasına uygundur sürekli arayış ve yenilikler peşinde koşmak.”3 Peki, o zaman “belirsizlik” olarak nitelenen ne olabilir?

Kimi ozanların bu alanı daraltması, yoğunlaşma adına kendilerini belli bir izlekle sınırlamaları bana kalırsa her zaman da olumlu sonuçlar vermez. Ozanların yaza yaza zamanla belli bir izlekle yaşamaları, belli izleklerde kalmaları da mümkün. Ama alabildiğine geniş çevrenlerle izleksel olmaktan çok çeşitlemeleri yazmaları da. Bu anlamda ozanların kendi özgür seçimlerinin belirleyici olduğunu söylemenin bile bir anlamı olmayacaktır. Ozan da toplumsal bir varlık olarak belli koşulların ürünüdür, yazın anlayışı, izlek ve konu seçimi de bu koşulların sonucunda, biraz da içinde bulunduğu yazın çevresinin etkisiyle oluşur ama yine de o zamanla kendi yolunu bulur. Kimi ozanların bütün kitaplarının, bütün şiirlerinin giderek bir ya da tek kitap olması saltık olarak yeğlenmeli midir? Parçalanmışlıklar her zaman bir bütünü oluşturur mu? Bu iç tutarlılık olarak mı nitelendirilmelidir? Eğer kendiliğinden ve doğal içselleştirme sonucu değilse başlangıçta imlediğim “yapıştırma bir bütün” olma durumu da oluşabilir. Belli durumlarda bunun “kısır döngü”ye dönüşmesi olasılığı vardır. Yapay bütünleştirmelerin bir tür kısıtlamaya yol açabileceği de unutulmamalıdır.


Abdülkadir Budak elbette doğru olarak “şair işine bakar” diyor, bu nedenle de Fikret Demirağ için şöyle yazıyor: “Belli bir şair imgesi yaratmak yerine şairini bile silecek şiirlerin, belirsizliğe yol açacak bir zenginliğin peşinde. Her şiirin kendi biçemini yaratması gerektiğinin bilincinde. Onun için her kitap bir biçim galerisi gibi duruyor. Ortak bir biçimi yok.”4 Bunu olumlamak gerekmez mi? Bana kalırsa Nâzım Hikmet’in belli bir izlekle kurulmuş bütünlüklü kitapları/şiirleri olduğu kadar, son kerte bağımsız, biçimi de zorlayan ve geliştiren şiirleri de/kitapları da vardır. Ama özellikle Hilmi Yavuz’da bu izleksel bütünlük, tümüyle sınırlayıcı bir biçimde de kitabı belirleyebiliyor. En azından çoğu kez... İşte, “yol”, işte “doğu”, işte “ayna” ya da “çöl” ve “akşam” şiirleri gibi... Kuşkusuz bu Hilmi Yavuz’un şiire bakışıyla, şiir anlayışıyla, hatta belki şiircesiyle (poetikasıyla) ilgili bir şeydir. Severiz, beğenmeyiz, sonuçta bu ozan olarak Hilmi Yavuz’u ilgilendiren bir seçimdir. Zaman zaman güzel bütünlükler ürettiği de olmuştur. Çünkü Hilmi Yavuz için şiir, zaten “yapılan” bir şeydir. Böyle bakıldığında Can Yayınları şiir dizisi kitaplarının durumu ve belki ilgisi yok ama yayınına son verilmesi de sorgulanabilir. Yine Abdülkadir Budak’ın da yakın durduğu Behçet Necatigil’in bir “ev sorunsalı” vardır. Abdülkadir Budak’ın da son iki kitabında neredeyse şiirini bütünüyle bu çerçevede kurduğu görülmüştür. Buradan varılacak yer ise çok daha önem kazanmaktadır. O yüzden şu sözler daha da anlamlıdır: “Belki de her bir şiiri bütün öteki şiirlerin bir bölümü gibi görmek yerine, her şiirin kendi iç macerasına, tekliğine inanmak, buna bağlı kalmaya çalışmaktır. Her şiir hep aynı şiiri getireceğine yalnızca kendini getirsin kendini var etsin.”5 Bir ozanın poetikasını (şiircesini) bu anlamda netleştirmesi ya da belirginleştirmesi elbette öteki durum gibi son derece doğrudur. Galiba ben biraz da böyle düşünüyorum, bu yönde şiir yazıyorum.


Ozanın arayışını sürdürürken “kopuşlar” yaşaması, izleklerini anlatmak için hangi söyleyiş teknikleri ya da biçimlerini seçerse seçsin, şiirini tersyüz etmiyorsa (düşünsel, ideolojik ya da izleksel olarak, örneğin İsmet Özel gibi) doğru yerdedir. Öteki belki de şiircesizliktir! Oysa örneğin Fikret Demirağ’da belirginleşen “aşk, barış ve şiir” (bunlar çoğaltılabilir üstelik) izlekleri sonuçta üçmüş gibi görünse de aslında çok şeydir.

Sonuç olarak şöyle denebilir: Bir şiir (kitabı) bütünsel olarak belli bir izlekle kurulabilir, hatta bütün kitaplar da ama bu bir kısırlık, sınırlayıcılık yaratabileceği gibi, bir kitapta farklı izleklerle şiir yazmak, her kitabında benzer izlekleri işlemek de şiiri bütünlükten uzaklaştıramaz. Çünkü şiir zaten izleksel açıdan bir bütünlük olarak da algılanabilir. Asıl olan şiirin kendi bütünlüğüdür, izleğin bütün ya da parçalardan oluşan “yapay” bir bütün olması değildir.


Ancak şu da bir gerçektir ki; son çeyrek yüzyıl böylesi bir izleksel (tematik) bütünlük uğruna ozanları çeşitlilikten uzaklaştırmış, çoğu kez de yapay izleksel bütünlüklerin oluşmasına yol açmıştır. Oysa izleksel seçimler bile yaşamın dayattığı bir olgudur. Şiiri kısıtlayan bu daraltma, sınırlama ve dar kalıplardan kurtulmak, her biri bağımsız ve farklı izleklerin işlendiği şiirlerle de bir bütünlük (kitap) kurmak doğru, mümkün ve doğaldır. Çeyrek yüzyıl önceki şiirlere bir bakın, bugün de hâlâ en sevdiğiniz şiirlere... Ne görüyorsunuz?


Aklıma şu geliyor: Yoksa bu süreçte ozanlar belli bir izlekte yoğunlaşmak adına, yaşamın kendisinden, insandan daha mı çok uzaklaştılar? Sınırlı bir bütün’ü yakalamak uğruna yaşamın bütünselliğinden mi uzaklaştılar? Yanıtını henüz benim de veremediğim sorular bunlar, ancak, bugün şiirin duraksamasından, gerilemesinden, kendini yinelemesinden söz ediyorsak, kaçan asıl bütünlükler bağlamında bunları da düşünmek zorundayız. Şiir adına düşünmeye değer.


Kemal GÜNDÜZALP

Alıntı ve Dipnotlar:

1. Abdülkadir Budak, “Soruyor İçindeki O Aşınmış Taş Plak”, Cumhuriyet Kitap, sayı: 674, 16 Ocak 2003

2. Abdülkadir Budak, agy.

3. agy.

4. agy.

5. agy.


66 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page